Ahmet Müfid Okbay
KÖŞE BAŞI

KÖŞE BAŞI

Köşe başı uzaysal açıdan bile buluşmayı çağırır. İki sokak, iki duvar hep bir köşede buluşur.

Peki niçin köşe başında buluşulur? Belirgin, kolay bulunur olması? Ya da geniş bir bakış alanı sunması? Erkete ya da aylak için…

Erken büyümüş üç genç, köşe başında sessizce oturuyor. Hiçbir şey konuşmadan. Zaten konuşacakları konuları çoktan konuşmuş oldukları için, anıları, fıkraları defalarca birbirlerine anlatmış olduklarından…

Piyasa mı yapıyorlar? Hayır. Elbette, köşe başı, piyasa yapmak için en uygun yerlerden biridir. Çevredeki evlerin pencerelerinde bir genç kız bazen görünür gibi olabilir. Ya da yoldan, şöyle kaçamak bir bakış atarak geçen komşu kızı beklenebilir.  Ama mahalleli raconu geçip giden kızlara, bacılara bakıp laf atmayı ar sayar. En azından o yıllarda (70-80 yılları/Aksaray-Fatih) öyleydi, gönüller isterdi, ama bu istek çoğu kez yalnızca bir düş, düşünce olarak kalırdı. Penceredeki kızlar mı dediniz? Evet  kesinlikle vardırlar, ancak çoğu kez -görünmeden- tül perdenin arkasından bakarlar. Buralardan öyle yabancı da pek geçmez, hep bildik insanlar.

Umulan ihtimaller köşe başında buluşmayı özendirir.

Öyle ya, insanı motive eden en önemli şey, farklı bir şeyin olma ihtimalidir.  Köşe başı, yarı varoş bu mahallede, aşk da dahil her şeyle karşılaşma ihtimalinin en yüksek olduğu yerdir.

İstanbul da öyle değil mi? İnsanlar daha güzel bir hayat ve yeni umutlarla bu kente gelirler. Zenginlik, eğlence, kültür ve imkanlar… Hepsi de en çok bu kentte mümkündür. Bunlar için ömürlerini verirler. Sabahın köründen akşama kadar çalışırlar, zamanlarının büyük kısmını yollarda tüketirler, yaşamak için çırpınırlar ama heyhat! Buna ne zamanları ne paraları ne de güçleri yeter. Yine de devam ederler, bu kentin bağımlısı olurlar, kopamazlar, hatta budalası olurlar. Bazen bitkin, ben niye bu kentteyim diye sorarlar kendilerine. Çoğu kez net bir yanıt bulamazlar. Oysa yanıt; bu kentin hiçbir şey vermese bile her şeyin  var olabilme ihtimalini vaat etmesinde saklıdır.

Köşe başında üç gencin canı şiddetle sıkılıyor. Kısa süren şiddet ile haz patlamalarına dayalı anlık oyunların heyecanı saman alevi gibi sönüp gitti bile. Yine her seferinde olduğu gibi çıplak gerçekliğe, umutsuz yaşamlarına geri döndüler bile, köşe başına…

Köşe başında en çok can sıkıntısı paylaşılır. Can sıkıntısı her insanın böylesine şiddette yaşadığı bir duyum mudur? Ya da hangi duyguya benzer en çok?

Çaresizlik benzeri, olağana teslim oluştan ibaret bu ilkel duyguyu, en çok düş kurmaya meyilli insanlar, yani gençler iğrenç bulur. Belki de düşlere yatkın insanlar için can sıkıntısı dünyadaki en tehlikeli şeydir. Felsefenin, sanatın hatta devrimlerin sebebi bile can sıkıntısı olabilir!

Arthur Schopenhauer’a göre “Can sıkıntısı birbirini pek az seven insanoğlunun, yine de birbirini aramasına yol açar”.

Bertrand Russell de toplumsal ilerlemenin temel kaynağının alaycı bir üslupla− can sıkıntısı olduğunu söylemektedir.

Can sıkıntısı, iyi ya da kötü sonuçlara yol açabilen birçok devinimin başlangıcı olabileceği gibi, insanın kendi kendini bulması ve farkındalık yeteneğini ya da duyarlılığını artırması için bulunmaz imkânlar sunar. 

Ama şu an köşe başında, üç gencin çaresizlik ve can sıkıntısına esir ruhlarında esen fırtınalar dinmiş, sanki huzurlu bir melteme dönüşmüştü. Onca anlamsız eylemden sonra. gelip geçici bu yanıltıcı durgun sularda ruhlarını harekete geçiren delişmen rüzgâr dinmiş, yelkenleri sönmüştü. Ganimet dolu bir seferden koyaklarına çekilen korsanlar gibi teknelerini terk edip, vedasız ayrıldı üç arkadaş geceden. Sessizce evlerine dağıldılar.

Sokak lambasının solgun sarı ışığına terk ederek geceyi ve köşe başını...