
Hep O Şarkılar Geliyor Aklıma / Şenol MORGÜL
- Görüntüleme: 75
Unutmak utanmaktır, yine de siz bilirsiniz
Edip Cansever
Hep bir masalın peşinde düşe kalka, cam cama değil, düş düşe vurduğumuz kadehlerdeki kırmızıya tutkun, anıların birbirine açıldığı, ama hep o masalın peşinde, hep birlikte yürünen yollardan geçiyor Şenol Morgül’ün kitabındaki sözcükler.
Herkes neden bu kadar geç kaldın diye soruyor Şenol Morgül’e…
(Okudukça sözcüklerini Şenol’un, kaybolup kokuların baş döndürücü anıları çağıran baştan çıkarıcılığında, ben de böyle düşünüyorum bir an.)
Sonra, sararmış bir fotoğrafta “niçin bu kadar geç kaldın diye sayıklarken”, yasaklı yıllar boyunca toprağa gömülü kitapların, bir bahar sabahı yeşerdiği, gün yüzüne çıktığı o anda, zar zor okunan altı çizili bir sözcük anımsatıyor gerekçesini bana…Bazen de ölüme düşleri kadar sevdalı, bir o kadar da acı bir anıyı çağırıyor gerekçesi Şenol’un; “Güzel günler göreceğiz çocuklar” diye başlayan o coşkulu şarkıyı, Zehra’nın başında sesi titreyerek zorlukla söylüyor…
Geç kalıyor… Kokular, kitaplar ve şarkılarda; “Gözleri her zaman çocuk” (1) Şenol.
Artık hep birlikte, her şeye geç kalıyoruz.
Ama bilmeyiz ki, Camus’un söylediği gibi “Unutmak için hızlanırız, anımsamak için yavaşlar”. Çünkü “Biz anımsadıklarımızın bir bütünüyüz” (2). Geç kalmaktan da korkmuyoruz; “Her yere yetişilir Hiçbir şeye geç kalınmaz…Mendilimde kan sesleri.” (3)
Şimdi “peşrevi” bitirip Şenol Morgül’e bırakıyorum sözü;
Belleğim gri, soğuk ve boş bir levhaya dönüşmeden; ağaçların, kuşların, denizin, toprağın ve duvarların hafızasından silinip gitmeden yazmak istedim. Anlatıldığında azı dinleyenin kulağında misafir olduğu kadar hatırlanan, çoğu uçup giden hikâyelerin yazılınca daha uzun yaşadığını bizzat yaşayarak tecrübe ettim. Ailemin uzak geçmişine yolculuk yapmayı oradan da yakın geçmişe gelmenin zorunluluğu ve zorluğunu horon tadında bir yazma hevesinin kollarına bırakıp kendi denizime daldım. Hatırlamak geçmişe dair gibi görünse de bugünü de içeren bir durum. Bellek odaklı, bizi bize anlatan kitaplar okudukça herkesin sihrinin kendi hikâyesinde saklı olduğunu gördüm. İnsan, hikâyesinde kendisini önünde sonunda açık ediyor.
Naçizane, okur-yazar biri olarak kitabı değerlendirmeye başlarsam; Üç bölümden oluşan kitabın ilk kısmı, “Kokusu Geliyor Aklıma” da Şenol Morgül, ailesinin tarihinden 1980’li yıllara kadar taşıdığı anıları, anlatılsa hepsi bir roman olacak kadar zengin ve renkli kahramanlarıyla, şarkılar kadar akıcı, masallar kadar sahici aktarıyor bize.
(Benim de ziyaret ettiğim günlerde, Şenol Morgül’ün yaşadığı ve anlattığı, kasabadan hallice bir şehir olan Rize’deki o eve ziyaretim, bana sanki Yüzyıllık Yalnızlık (5) kitabındaki Macondo kasabasına yapılmış bir gezi gibi gelmişti.)
Arapça, Fransızca yazılı notaların saklı sesini hala taşıyan Hafız Sadık’ın udu… 1917 Ekim Devrim’i öncesinde, Batum’a balıkçı teknelerinde çalışmak için gidip adı komüniste çıkan Fuat Morgül… Ateşin ve nişadırın sırrını saklayan Timyager Fadime… Bedri Morgül ve yakasındaki her gün taktığı kırmızı gülün gizemli hikayesi… 1950’li yılların gözde mekânlarından Tepebaşı Gazinosu’nda, Arif Sami Toker’e çalan ve oğlu Şenol’un çaldığı söylediğini şarkıları bir türlü beğenmeyen Demir Amca…
Aslında tüm ailenin ruhunu oluşturan nesilden nesille geçen müzikle kurulu anılar… Kemanın arşesindeki kurumuş reçine, kırık piyanonun tuşlarındaki toz…
(Anımsıyorum müzik ve masal evi diye yazmıştım notlarımda, kırık dökük şarkıların ezgisi kulağımda, arka bahçedeki çaylıkta dolaşırken yağmurlu bir sabah…)
Sanki “Büyülü Gerçekçi” bir öykü tadında anılar…Bir o kadar renkli, bir o kadar şiir ve müzik saklı…
Sonra yakın tarihe uzanan, haşarı, haylaz olduğu kadar saf sevecen bir çocuğun, arkadaşlığa ve yoldaşlığa uzanan yolculuğu başlıyor sayfalarda…
(Sanki Mark Twain hikayelerinden çıkma Tom Sawyer, Huckleberry Finn maceralarını okuyoruz… John Steinbeck’in Sardalya Sokağı, F.Molnar’ın Pal Sokağının Çocukları çıkıyor karşımıza.)
Çocuklar, gençler…masum meyve de çalıyorlar, topta oynuyorlar, kavga da ediyorlar kıyasıya, saklı platonik aşkları birbirlerine itiraf etmeye cesaret etmeden Moliva’da şarap da içiyorlar…
Düşler kadar büyükler, ölümle dalga geçer gibi duvarlara uykusuz sabahlara kadar sloganlar yazıyorlar…
Çocuk gözler, bitmeyen düşler… Düşler kadar büyük gülüşler.
Her şey öyle güllük gülistanlık gitmiyor tabii o günlerde.
Ölen arkadaşlar… gencecik düşlere gülümseyen sevdalılar;
Bayram Ali Tatoğlu, Ahmet Uzun, Canan ve Zehra Kulaksız… nice genç ölüleri selamlıyor Şenol Morgül!
Kitaptaki anlatım ilk bölümde daha çok kronolojik sırayı izliyor gibi… Aslında daha çok, yazarın belleğini canlandıran eski günlerden hafıza sandığına istiflediği, kokular, kitaplar ve şarkılar yol gösteriyor sözcüklere.
Kendini “Dayanışma Çalgıcısı” ve “Hevesli Bir Okur” olarak tanıtan Şenol Morgül’ün anlatım dili, akıcı, anlaşılır ve insanı hemen içine alan bir yapıda ve aynı “mütevazılığı” kadar sahici ve samimi.
Bu içtenlik, ne anlatırsa inanacağımız bir öyküye dönüşüp, kurgu zaman düzen aramaksızın “kırık düzen sazın” çaldığı ezgiye kapılıp, tık nefes bir ağızdan kitabı bitirmemizi sağlıyor.
Kitabın dili güzel bir Türkçe olduğu kadar yerel söyleyişlerin mizahi tonunu da taşıyor anlatıya. Aslında kitaptaki gülümseten bu tarzı, basit bir mizahi yaklaşım olarak değerlendirmemek gerekir. Bir öykü ya da anlatıdaki “derindeki insana” ulaşmak için olmazsa olmaz olan “humour” dan söz ediyorum burada.
Gülümseyerek anımsanan anda tüm insanlık durumları saklıdır. Bir an yalnızca o andan ibaret değildir. Geçmişi ve yarındaki biz ile dönüşen halleriyle sonsuza kadar yaşamaya devam eder. Dönüşür ve çoğalır. Acı tatlı birçok duyguyla yoğrulur. Şenol Morgül’ün anlatısındaki tanıklıklar, basit bir mizahtan daha çok, insanın içine işleyen ve insanın derinliklerine ulaşmamızı sağlayan işte bu humour durumu ile aktarılıyor sözcüklere.
Çünkü “Her şaka (gülümseme) küçük bir devrimdir.” (6)
Aslında kitabın ana gövdesi -karinası ilk bölüm. Sonrası yemek üstüne yenilen bir tatlı gibi ağzınızdaki lezzeti çoğaltıyor. Ama kıymetli bir yanı da var. Kokuların çağırdığı anılar, insanlar kadar yaşanmış kırık dökük tüm nesneler de bizim geçmişimizi oluştururlar. Nesnelerde saklı, kendini hemen ele vermeyen “hüzün ile örülmüş” yaşanmışlığın, dünden bugüne taşındığı cisimleşmiş hali, neredeyse bir şiir olup canlanır ruhumuzda. Şenol Morgül, ilk bölümde bazı nesneleri aktarırken de kullandığı bu “Commemoratio” (7) eylemini, ikinci ve üçüncü bölümlerde, kendine yakıştırdığı “hevesli okur” ve “çalgıcı” kimliği ile uyumlu biçimde; “Hep O Kitaplar Geliyor Aklıma” da kitaplarla, kitaba da adını veren “Hep O Şarkılar Geliyor Aklıma” da ise şarkılarla kuruyor.
Bu noktada, küçük bir eleştirim ve iki dileğim olsun sona gelirken…
Şenol için küçük, ama bizler için hayli büyük bir eleştiri aslında. Kitapta 80 öncesi düşlerinin peşine düşen gençlerin öyküsü var. Ama çokça erkeklerden söz ediliyor. Elbette ailedeki doğal devrimci duruşlarıyla Karadenizli bilge kadınlar, Kevser Öğretmen gibi gençlere dokunan aydın öğretmen kadınlar, Gönül gibi sevdaluk hallerini düşler ve aşk ile birleştiren kadınlar, Canan ve Zehra gibi ölüme gülümseyerek yürüyen kadınlar var… Ama yine de daha çok erkekler üzerine kurulu zaman. Aslında yazarın kusurundan çok, bu hepimizin ayıbı. Onlar, kadınlar, 80 sonrası, meydanlarda, cezaevi kapılarında, kadın hakları için dirençli ve kararlı duruşlarıyla ayıbımızı defalarca yüzümüze vurdular, sevgiyle sarılarak, erkek yoldaşlarına ve oğullarına… Umarım İletişim’in Sol Bellek kitap dizisinde daha çok kadın yazar yer alır, eksik yanımız tamamlanır, çoğalır sesimiz.
İkinci dileğim Şenol’a; Bırakıp mızrabı elinden, hazır kalemi almışken, yazmaya devam et dostum!
(Kitabın içindeki anımsamalar, anılar, kişiler ve olaylar üzerine “spoiler” vermeden kitap üzerine yazmaya çalıştım. Surçü lisan ettiysem affola! )
Biliyorum, biliyorsunuz…Anlatılan yalnızca Şenol’un değil, bizim öykümüz!
"quid rides ? mutato nomine de te fabula narratur" (8)
Yazımı bitirirken Şenol Morgül’ bırakıyorum sözü;
Çakal Horonu” eder gibi geçti zaman... Okuduğumuz ve okuyamadığımız kitaplar, ezberlediğimiz ve ezberleyemediğimiz alıntılar, sayfa numaraları, yazdığımız ve yazamadığımız duvarlar, birbirimize verdiğimiz, tuttuğumuz ve tutamadığımız sözler, söylediğimiz ve söyleyemediğimiz şarkılar geliyor aklıma... En çok da... Kurduğum aşk ve devrim hayalleri…
NOTLAR:
(1) Mehmet ÖZER
(2) J.L. BORGES
(3) Edip CANSEVER
(4) Can YÜCEL
(5) G.G.MARQUEZ
(6) G.ORWELL
(7) Commemoratio (Latince) Bu kelime daha çok "anımsama", "hatırlama", "anma" anlamlarına gelir ve genellikle bir olayı, kişiyi veya şeyi saygıyla hatırlamayı ifade eder.
(8) HORATİUS; “Ne gülüyorsun? İsimleri değiştir, anlatılan senin öykündür.”