
Dr. Y@Z Aile Hekimliği Yapay Zekâ Pilot Uygulaması (1)
- Görüntüleme: 154
Ahmet Müfid & Sentio Labs Collective (2)
“Önce sevgiyi anlayalım”
Şems-i Tebrizi
- BÖLÜM
Toplantı salonunda ışıkların kapatılması ile birlikte dev projeksiyon perdesinde tekno müzik eşliğinde üst üste açılan teknoloji ve sağlık temalı resimlerin iç içe ve hızlı akışı baş döndürücüydü. Müzik birden sustu. Sonra salon karanlığa gömüldü. Ardından ney sesinin huzur ve sağlık telkin eden sesiyle ekranda “Dr. Y@Z- Aile Hekimliği Yapay Zekâ Pilot Uygulama Projesi” yazısı belirdi. Salonda tekrar ışıklar yandı.
Strateji Geliştirme Bölümü başkanı Prof. Dr. Emin Selçuk, bu görkemli toplantı başlangıcının etkilerini ölçmek için toplantıya katılan yüzleri sessizce, yüzünde gururlu ve biraz da aşağılayıcı bir gülümse taşıyarak süzdü. Sonra;
“Bugün ülkemiz için tarihi bir adımı atmanın arifesinde, bu gelişmeyi sizlerle paylaşmaktan gurur duyuyorum. Hükümetimizin desteği ile yıllardır başarıyla sürdürülen “Sağlıkta Dönüşüm” programının dönüm noktasındayız. (…) Günümüz bilişim ve otomasyon çağıdır. Teknoloji Bakanlığı ile iş birliği içinde çalışan Sağlık Bakanlığımız, dünyadaki gelişmeleri çok yakından takip etmekte ve “Batı uygarlığını yakalayıp geçmek hedefiyle çalışmalarımıza- “
Konuşma devam ederken, bakanlığın saygıdeğer ileri gelen deneyimli uzman yöneticilerinden Dr. Asım Kani Vâsıf, bu yeni yetme teknolojik projelere mesafeli biri olarak, sıkılmış ve tedirgin olmuştu. İçinden “işte bir mahşerin midillisi daha” diye mırıldandı. Gözlük camlarını birkaç kez silmesine karşın, ekrandaki yazıları okumakta zorluk çekiyordu.
“…yakın gelecek tümüyle akıllı makinelerin zamanı olacak. Yapay Zekanın insanın hiçbir zaman ulaşamayacağı bir hız ve doğrulukla bulduğu çözümler, sağlık alanında da “Hızır A.S” gibi halkımıza hizmet verecek. Transhümanizm’in ilk örneklerinden olacak Dr. Y@Z; birinci basamak sağlık hizmetlerindeki hekim eksikliğine çözüm olacak, halkımızın sağlık hizmetine ulaşımını- “
Komisyonun diğer kıdemli ve yaşlı üyesi Dr. Nizamettin Rıza Yaşar, sunumu bölüp söz almak için sabırsızlanarak, yerinde huzursuz biçimde kımıldanıyor, “Pe suphanallah pe suphanallah “diye nerdeyse duyulacak biçimde söyleniyordu.
Diğer genç üyeler ise başkanın hararetli sunumunu coşkuyla izliyor, duraklama anlarında alkışlarla projeye destek olup hayranlıklarını dile getiriyorlardı.
Doç. Dr. Rona Cengiz, yanındaki arkadaşı Dr. Meltem Hasıla’nın kulağına eğilip, “Devrim bu! Devrim” diyerek kolaylıkla duyulabilir bir ses tonuyla coşkusunu dillendiriyordu.
“Dr. YAZ -evet halkımız rahat anlasın, benimsesin diye biz ona bu ismi verdik- nitelikli bir hekimden çok daha fazlası olacak. Tüm dünyadaki tıbbi bilgilere saniyeler içinde uluşabilecek, sağlık bakanlığı verileri ile hasta şikayetlerini kısa sürede analiz edip tedavi için çözümler üretecek. Ünitede var olan otomatik tansiyon ölçme, nabız, EKG, Kan gazı satürasyonu gibi değerleri kolaylıkla ölçebilecek, görsel zekâsı ile muayenenin “inspeksiyon” aşamasını kolaylıkla yerine getirebilecektir. Ayrıca uzman hekim muayenesi gerekiyorsa, ya da tahlil, görüntüleme ihtiyacı varsa hastanın randevusunu alarak gerekli birimlere sevk edebilecektir. Sonra sonuçlarla gelen hastaya teşhis koyup, reçetesini yazıp- “
Artık dayanamadı Dr. Nizamettin, “Artık siz Allah, Peygamber diye de Yapay Zekâya taparsınız. Hekim insandır, kul kulluğunu bilmelidir.”
“Haşa hocam, ne haddimize! Allah da Peygamberde bir. Biz insana yardımcı teknolojik bir hizmetten söz ediyoruz. Robot gibi. Öyle düşünün üstadım.”
Sendika temsilcisi Dr. Hasan Can Pars bu arayı fırsat bilip, söze karıştı; “Hekim düşmanısınız! Birinci basamak sağlık hizmetlerini özelleştirdiniz. Koruyucu hekimliğe verilen önemi yok ettiniz. Yetmedi şimdi hekimleri işsiz bırakmaya çalışıyorsunuz. Halka karşısınız, hekime karşısınız. Bütün amacınız, yandaş firmaları teknoloji bahanesiyle zengin etmek.”
“Siz. Siz nasıl halk sağlığına, hekimleri geliştiren bilgi ve teknolojiye düşman, her yeniliğe muhalif, solcu görünen ama bağnaz birisiniz”.
Dr. Meltem, Dr. Rona’nın sözlerini alkışlarla destekledi ve “Hekimler de kendini geliştirsin. Ayrıca hastane acillerinde pratisyen hekimlere yer var” dedi.
“Meltem Hanım, Meltem Hanım. Bizler aile hekimiyiz. Görevimiz öncelikle koruyucu hekimlik. Bebekler, gebeler, yaşlılar önceliğimiz. Provokasyon yapıyorsunuz. “
Dr. Emin, küçümseyen bakışlarla Dr. Hasan’a baktı, içinden “kimse teknolojik yenilikler karşı duramaz” diye düşünüp, yanıt vermeye bile değmez diyerek sunumuna devam etti.
Dr. Asım, bu tartışmalı ortamın gerginliğinden yorulmuştu. Artık emekli olmanın zamanı geldi de geçiyor diye düşündü. Emekli olduğunda köpeği Latte ile yapacağı yürüyüşleri düşündü. Kahvesini alıp balkonda Spinoza okuyacağı günleri. Sonra yurtdışında tıp fakültesinde okuyan kızları aklına geldi. Çalışmaya devam…ölene kadar.
“Dr. YAZ için seçtiğimiz pilot bölge, başkente iki saat mesafede olmasına karşın, hekim istihdamında başarılı olamadığımız küçük bir kasaba; Hayatözü. Mecburi hizmete gönderiyoruz hekimler, iki ay geçmeden istifa ediyorlar. Şimdi oraya sağlık hizmeti en yeni teknoloji ile gelecek- “
“Peki halk bu gelişkin teknolojiyi kullanabilecek mi?”
“Asım hocam, gerekli önlemleri alacağız, hiç merak etmeyin. Bu proje bizim geleceğimiz.”
Dr. Asım başıyla onayladı. Spinoza ne derdi acaba Yapay Zekadan ibaret bir hekim için?
Deus sive Natura- Eğer aşağı doğru akan bir su düşünebilen bir varlık olsaydı, kendi özgür istenci ve iradesiyle aşağı doğru akmakta olduğunu düşünürdü.
- BÖLÜM
Gece yarısı çıkan torba yasa ile “Aile Hekimliği Yapay Zekâ Pilot Uygulaması” kısa sürede yasallaşmıştı. Gerekli hazırlıklar da bir hafta içinde bitirilmiş, Dr. Rona ve Dr. Asım proje sorumlusu olarak atanmışlardı. On günü doldurmadan tüm ekip soluğu Hayatözü’nde almıştı bile.
Hayatözü, başkente yakın ama dünyaya uzaktı. Bu verimsiz bozkırdaki kasabada halk karnını doyurabilecek kadar tarım ve hayvancılık yapmaktaydı. Yaz sıcağında toz toprak, kışın ise soğuk yakasını bırakmazdı burada yaşayanların. Ana yoldan uzak olan kasabadan pek araç da geçmezdi. Yabancıların yolu ise buraya neredeyse hiç düşmezdi. Yapılacak çok az şey vardı. Yakındaki Acı Göl, adı gibi balık yaşamayan sodalı bir sudan oluşmuş, sulama ve balıkçılık açısından ekonomik bir değeri yoktu. Eskiden kadınlar çamaşır yıkamaya göl kenarına giderlermiş ama, artık makineler evlere girdikçe, göl kenarı kuşlara börtü böceklere kalmıştı. Kasabada nüfusun çoğunluğunu yaşlılar oluşturmaktaydı. Gençlere gelince, onlar ilk fırsatta memleketlerini terk edip büyük kentlere ya da yurt dışına kapağı atıyorlardı. Ama bu kez Hayatözü için tarihi bir gündü. Dünya ve ülke için görünür, merak edilir, hatta imrenilir oluyordu kasaba. Toz toprak içinde arabalar, takım elbiseli adamlar, basın ve televizyon akın etmişti. Dışardan gelenler belki kasabada yaşayanlardan daha çoktu.
Bir numaralı Aile Hekimliği Merkezinin önünde açılış için tüm hazırlıklar yapılmıştı. Zaten ikinci bir sağlık merkezi de yoktu.Tüm sağlık hizmetini, sağlık memuru Lokman, Eczacı Muhtar Amca ve yaşlı Ayşe Ebenin sağladığını söylesek abartmış olmazdık. Ama artık her şey değişecek diyorlardı. Heyecan dalga dalga büyüyordu…
Sağlık Merkezinin yanına kurulan kabinin üstünde Dr. Y@Z tabelası dikkat çekiyordu. Bu ışıklı Led bir tabelaydı. Arada bir “Herkes İçin Sağlık -Hemen” “En iyi sağlık hizmeti, senin de hakkın” gibi sloganlar peş peşe ekranda belirip kayboluyordu. Her yere bayraklar balonlar asılmıştı.
Kürsüde Dr. Emin, mikrofonu bir iki tıklatıp sesin çıkıp çıkmadığını kontrol etti. Sonra; “Sevgili Hayatözülü hemşerilerim, değerli televizyon ve basın muhabirleri… Bilişim ve otomasyon çağında, ülkemiz, hükümetimiz en yeni teknolojik araçlarını halkımızın hizmetine sunmaktan gurur duyuyor. Hekim sıkıntısı çekilen bölgelerde artık çaresiz değiliz. Dr. YAZ, 7/24 hizmetinize hazır. Kolay erişilebilirlik, maliyet etkinliği, hatasız kayıtlar. Binlerce vaka üzerinden ve tüm tıp alanındaki yenilikleri öğrenmiş bir sistemi kullanıyor. Yanlış teşhis oranının gerçek klinik ortalamanın altında olduğunu da eklemek isterim- “
Kasabalı halk konuşmalardan bir şey anlamıyordu. Ancak gelen cihazlar, televizyon kameraları, gazeteciler, kelli felli takım elbiseli adamlar merakı canlı tutuyordu. Ancak kalabalığın homurtusu zaman geçtikçe büyüyordu.
“Artık hep doktor mu olacak?” “Ne uzmanıymış bu doktor? “Benim mayasıldan da anlar mı ki” “Makine mi olacak doktor?” “O makinanın arkasında mutlaka insan saklıdır?” “Yok. Yok. Makinadır. Makine…” “Hele bir susun konuşsun adam ya” “Eeee boşuna mı verdik oyumuzu, helal olsun başkana” “Ya muayene ederken elektrik kesilirse?” “Daha kötüsü elektrik kaçağı yaparsa boku yedik, çarpılırız vallahi” “De susun dinleyin biraz”.
Kasabanın ileri gelenleri kendi kendine konuşup homurdanan hemşerilerini susturmaya çalışıyordu. Dr. Emin konuşmasını alkışlar içinde bitirdi. Konuşmanın sonunda, Pilot uygulama yönetici Dr. Asım ve Dr. Rona’yı kasabalılara ve basın muhabirlerine tanıştırdı. Sonra sorular alınmaya başlandı.
“Hataların az olduğunu söz ediyorsunuz. Oysa hesap verebilirlik meselesini atlamıyorsunuz umarım. Hatalar, her yerde vardır evet; ama sağlık sektöründe hata sadece sayısal bir oran değil. Empati, hikâye dinlemek, duygular… Bunlar ölçülebilir metrikler değil. Bu sistem 'daha az hata' yapıyor olabilir; ama 'daha az insan' olması sorun değil mi?”
Soru zor yerden gelmişti. Rona şaşırdı bocaladı; “Eeee, empatiyi tanımlayan bir model geliştirdik. Eeee göz teması, soluk alma ritmi, sözlü ton kaydıyla…hımmm, empatiyi modelleyebiliyoruz. Yani, çalışmalara bakınca, eee, istatistiklerimiz ikna edici-"
Gazeteci tatmin olmamış; “Ya sorumluluk kime ait olacak bir hata halinde?”
Asım, Rona’ya yardım etmek için araya girdi; “Haklısınız. Ama onun için bu bir pilot uygulama. Bunun için biz hekimler de buradayız. Spinoza der ki; “Eğer bir şeye iyi diyorsak, iyi dediğimiz şey kadar iyi olmayan, dolayısıyla daha az iyi veyahut söz konusu iyiye nazaran kötü olan bir şey olduğunu da söylemiş oluruz. Kısacası, iyi-kötü, bizim için ve bize göre iyi-kötüdür.”
“Peki ya biz, makinenin hareketini iyi ya da kötü kabul edilebilecek bir insan eylemi olarak kabul etmeye hazır mıyız?"
“Benim de kafam kişisel olarak sizin kadar karışık. Ama bu yeni teknolojinin vaat ettiklerine yüzümüzü çeviremeyiz.”
“Ne vaat ediyor! Yeni işsizler!’”
Bunu söyleyen sendikacı Hasan’dı. Kalabalık konuşmalardan hiçbir şey anlamıyordu. Ancak onların da kafası karışmıştı.
Rona; “O zaman gelip çalışsaydı üyeleriniz Hayatözü’nde. Hepsi kaderine bırakıp gittiler insanları!”
Kalabalıktan olumlamalar yükselmeye başladı. Hasan “çalışma ve yaşam koşulları “gibi haklı gerekçeler sıralıyordu. Ama, doktorsuz halkın kulakları kapalıydı bu gerçek ve gerekçelere. Halk “midesi ile düşünüyordu”.
Dr. Emin, sistemin yarın sabahtan itibaren hizmete gireceğini ve tüm kasabalıları beklediklerini söyledi. Sonra ekibi ile vedalaşıp ayrıldı kasabadan.
Kasabanın tek otelinde boş oda kalmamıştı. Hatta bakanlık bölgedeki konaklama için karavanlar da tahsis etmişti.
Asım kendi karavanına akşam üstü ulaştığında, kapıda onu Latte karşıladı. Hiç enerjisi bitmeyen, adı ve tadı gibi sütlü kahveye benzeyen sevgili hınzır dostunu kucakladı. Sonra kendine bir yorgunluk kahvesi koydu. Güneşin bozkırın sarı sonsuzluğunda batışını izledi. Baş ucu kitabı “Etika”yı açtı ve parçalar okumaya başladı;
“Ahlâk, buyurur. Etikse, önerir “
“Erdem, sevincin ödülü değil ama sevincin ta kendisidir “
“Ve umut da bir bakıma içerisinde eser miktarda da olsa korku, yani keder barındırdığından, sallantıdaki bir sevinçten, bir tür sevinçle karışık kederden başka bir şey olmayacaktır.”
Gözlerine uyku usulca çöktü, Yatağına yaşlı bir adam gibi zorlukla uzandı. Ayağının dibinde Latte’nin mırıldandığı masalları dinleyerek uykuya daldı.
- BÖLÜM
Bir numaralı sağlık merkezinin önü, sabahın erken saatlerinde, büyük bir heyecan dalgasıyla kalabalıklaşmaktaydı. Dışarda Dr. YAZ 1.0 için mütevazı bir kabin kurulmuştu. Ekranda, “öngörüsel randevu” yazan küçük LED ekranda, her kasabalı kendi adının yanmasını sabırsızlıkla bekliyordu. Dr. Asım ve Dr. Rona, bilgiişlem memurları ile sistemi çalışır hale getirmek, ortamı düzenlemek için çalışıyorlardı. Kameralar, fotoğraf makinaları her yerdeydi. Dr. Asım, bir kenara çöktü, kalabalığı gözlüğünün üstünden süzdü, sonra kahvesinden bir yudum daha aldı. Dr. Rona; “Öncelikle Kaymakam Beyimiz ve Belediye Başkanımızın muayenesini sırayla gerçekleştirelim isterseniz?”
Alkışlarla Kaymakam Erdal Bey ve Belediye Başkanı Recep Bey, birbirlerine “ilk siz buyurun “diyerek kabine yöneldiler.
Bilgi ekranında “1 Numaralı Hasta; Erdal Hisar lütfen kabine giriniz” yazısı belirdi. Alkışlar ve coşku kadar merak da çok büyümüştü. Kabine Dr. Rona hanımda Erdal Bey ile birlikte girdi. Dışardaki ekrana muayene görüntüleri kameradan yansıtılmaya başladı.
Dr. Asım beyin yakınındaki yaşlı bir köylü, dürterek, alçak sesle; “Doktorum her muayene böyle naklen yayınlanacak mı acep?”
Asım gülümsedi.
“Sen içini rahat tut, olmaz öyle şey! Doktor hasta muayenesinde mahremiyet esastır” dedi.
Köylü, Arif Dede, başıyla teşekkür etti, ancak tümüyle rahatlamamıştı.
Kabinde, Erdal Bey ne yapacağını kestiremiyordu. Dr. Rona Hanım; “Bir hastalığınız yok mu? “
“Şeker, tansiyon… bu yaşta herkeste olan şeyler.”
Dr. Rona Hanım, sırasıyla yapması gerekenleri Erdal Beye anlattı. Önce tansiyonu, nabzı, satürasyonu ölçülecek, sonra Dr. YAZ hasta geçmişine saniyeler içinde ulaşacaktı. Daha sonra önerileri, gerekliyse hastane randevuları ya da reçetesi e-nabıza düşecekti.
Dr. Rona cihazın ekranına baktı, tabletine dokundu. “Tamam, şimdi sistemden hızlı bir tarama yapıyoruz,” dedi sakin bir sesle. Kabinin içindeki küçük ekran bir an için titreşti, ardından Dr. YAZ’ın yapay sesi, metalik ama nazik bir tınıyla duyuldu:
“Merhaba Erdal Hisar. Ön kayıtlara göre 68 yaşındasınız. Kronik hastalıklar: Tip 2 diyabet, hipertansiyon. Son tetkik: 7 ay önce. Güncelleme yapmak istiyor musunuz?”
Erdal Bey bir an durakladı; yüzünde hem gurur hem de mahcup bir ifade belirdi. “Vallahi evladım, ben ne kadar söyleyeyim-doktor daha iyi bilir,” dedi.
Dr. Asım dışarıdan seslendi, “Erdal Bey, sistemi halka açmadan önce birkaç gönüllü vakaya bakıyoruz; siz de hem testlerinizi yenilemiş olursunuz hem de sistemin doğruluğunu görmüş oluruz.”
Kabin içindeki LED’ler birkaç saniye daha çalıştı. Sonra, Dr. YAZ ekrandan küçük grafikler göstererek,
“Öneri: Günlük yürüyüş 30 dakika; Uzun ve kısa etkili insülin dozları gözden geçirilsin, 3 ay içinde laboratuvar tahlilleri özellikle HgA1C testi önerilir. Tansiyon takibi, gerekirse Tansiyon Holter testi yararlı olur,” dedi.
Ekranda beliren öneri metnini duyan kalabalıktan mırıldanmalar yükseldi; bazıları memnun, bazıları ise kaygılıydı. Arif Dede tekrar Dr. Asım’ın yanına yaklaşıp fısıldadı, “Ya hocam, sistem yanlış bir ilaç önerirse? Can dokunmazsa cana, insan nasıl anlar?”
Dr. Asım, sakin ama kararlı bir ifadeyle, “Sistem yardımcı-karar vermez. Nihai karar bir doktorundur; buradaki yenilik, veriye hızlı erişmek, örneğin acil durumda hastanın geçmişini dakikalar içinde bulabilmek, gerekli önerileri hızla planlayabilmek,” dedi.
O sırada ekrandaki kameradan kabine daha yakın bir açıda görüntü gitti; yüzler, monitördeki verilerle yan yana görünüyordu. Bazıları bu canlı yayını endişeyle karşıladı; bazıları ise bir güven duygusu hissetti. Kaymakam Erdal Bey, tebessüm ederek eliyle saçını düzeltti.
Dr. Rona sonra manuel olarak, tansiyonu, nabzı kontrol edip satürasyon değerlerini okudu; değerler normaldi ve birebir uyumluydu makineyle.
“Dr. YAZ, son glukoz kayıtlarını getir lütfen,” diye talimat verdi.
Ekranda birkaç satır belirdi; veriler geçmiş laboratuvar sonuçlarıyla eşleşiyordu. “Son HbA1c: %7,2-ilaç tedavisi ile kontrol altında, fakat diyet ve hafif egzersiz önerilir. Reçete yenilemesi gerekiyorsa, e-nabız üzerinden yazılabilir,” dedi makine.
Kaymakam Bey, kabinden ayrıldıktan sonra Belediye Başkanı Recep Bey kabine doğru adımlarken yüzünde gösterişli bir ciddiyet perdesi vardı ama adımlarında hafif bir tereddüt seziliyordu. Kameraların ve mikrofonların varlığı onu görünür kılmıştı; kalabalığın beklentisi omuzlarına ekstra bir yük bindiriyordu. Dr. Rona nazikçe, “Buyurun Başkanım, önce birkaç rutin ölçüm yapalım,” dedi; sesi yumuşak, daveti içten tuttu.
Dr. YAZ ekranında kısa bir selam belirdi: “Merhaba Recep Harmanlı. Kayıtlara göre 62 yaşındasınız. Geçmiş: Koroner bypass, hipertansiyon, empotans. Güncelleme ister misiniz?”
Recep Bey bir an durdu; yüzü kıpkırmızı oldu, eli cebine gitti ve orada bir süre oyalanır gibi yaptı. “Şey… Bakar mısınız, bu kısmı kapatabilir miyiz?” diye fısıldadı, sesi utanmış ve çekingen. Kameralardan kaçan bakışlar, kalabalığın hafif bir uğultusuna karıştı.
Dr. Asım hemen durumu ciddiyetle ele aldı; ortamı hafifletmek için asla mahremiyeti küçük düşürecek şakalar yapmadı. “Başkanım, mahremiyet sizin hakkınız. Yayını kapatıyoruz; muayene sadece tıbbi ekip ve sizin aranızda olacak,” dedi sakin, profesyonel bir tonla. Bu sözler Recep Beye güven verdi.
Dr. Rona ekrana dokunup dış yayını sonlandırdı; kırmızı ‘YAYIN’ ışığı söndü. Kabin bir anda daha sıcak ve özel bir alana dönüştü. Recep Bey rahatlayıp daha açık konuşmaya başladı; özel sorunlarını, ilaç kullanımını ve korkularını Dr. YAZ’a çekinmeden anlattı. Sonuçta mahremiyetin korunmasıyla Başkan hem onurunu korumuş hem de gerekli tıbbi desteği almıştı. Asım’ın tutumu, ekibin profesyonelliğini ve hasta onuruna saygıyı pekiştirdi.
…
Sonra sırayla kabine girip çıkanlar yavaşça dağılırken televizyon kameraları bazı kişilerin memnuniyetlerini, bazı kişilerin kaygılarını aktardı.
Kaymakam ve belediye başkanı kameraların önünde kısa açıklamalar yaptı; halkın gözünde Dr. YAZ sınıfı geçmişti.
Dr. Rona ve Dr. Asım birbirlerine baktı; ikisinin omuzlarında hem umut hem de sorumluluğun ağırlığı vardı. “Başlıyoruz,” dedi Dr. Rona fısıltıyla, Dr. Asım “ama insanı öncelemek şartıyla.”
- BÖLÜM
Yeni güne Hayatözü merak ve heyecanla uyanmıştı. Sağlık merkezinin önünde sonu görünmeyen bir kuyruk vardı. Arif Dede boynundaki bakır düdüğü bir madalya gibi sallıyor; Fadime Nine ise ara sıra “pıttık tırmalıyor” diye mırıldanıp avucuyla kasıklarını, bağrını ve böğrünü kaşıyordu.
Dr. Rona, dışarıdaki panoyu, teknik bağlantıları ve olası bir kriz anında yapılacak prosedürleri gözden geçiriyordu-o, koordinatördü; makinelere ve kabine dair her teknik sorumluluk onun alanıydı. Asım ise yılların hekimi olmak vasfıyla, daha çok insanlarla sohbet ediyor, onların elini sıkarak karşılayıp, güler yüzle tüm sorulara yanıt vermeye gayret ediyordu.
Dr. YAZ’ın yapay sesi sakin bir zırh gibi hoparlörden yükseldi: “Merhaba. Lütfen kabine giriniz. Yüz tanımlayıcısı aktif- gülümseme.”
Arif Dede tedirgin içeriye adımını attı. Gözü yardım diler gibi Asım’a bakıyordu. Ancak protokol acil bir durum olmadıkça, teknik personel yardımı dışında muayeneye müdahil olmamaktı.
Arif Dede (ciddiyetle): “Evladım, bülüğüm ötmüyor. Düdük azıcık mahcup oldu sanki.”
Dr. Y@Z (soğukkanlı veri tonu): “Kayıt: psikososyal eksiklik bildirimi tespit edildi. Öneri: hafif egzersiz, topluluk destek grubu. Spirometri önerilir, düdük üfleme egzersizi yararlı olabilir.”
Arif cebinden Eczacı Muhtar’ın verdiği kutuyu tereddütle çıkardı. Utanarak ve korkuyla, ama sonra bir cesaret patlaması ile mavi hapı yuttu. Kabin içinde kısa bir sessizlik oldu; Arif bir kahraman edasıyla düdüğü üfledi.
Dr. YAZ (kırmızı alarm uyarılarını yakarak)” Kabinde izinsiz ilaç kullanımı. Bilinmeyen risk!”
Arif dışarda kalabalığa dönüp, düdüğü üfledikten sonra; (gururlu ama gülerek): “Hadi bakalım… eski düğün havası geri gelsin!”
Düdük tısladıktan sonra garip bir hırıltıya dönüştü; Arif’in yüzüne aniden bir sıcaklık ve kan geldi, sonra göğsünde belirgin bir sıkışma, ağrı…
Fadime Nine, Arif’ten hemen sonra kabine muayene olmak için girmişti. Dışarıda olan bitenden haberi yoktu. Kapıyı kapattı ve ekranla konuşmaya başladı; Fadime Nine (şaşkın ama biraz da nüktedan): “Aman Allah’ım, şu meret beni perişan etti, pıttığım, böğrüm, bağrım tel tel tırmalıyor beni. Yandım Allah, yandım…”
“Pıttık? Böğür? Bağır? Sıkıntı olan yeri ekrana gösterin lütfen”
“Ahlaksız ırz düşmanı! Sana pıttığı göstereceğime, bastonumu gösteririm.”
Kızgın, hırsla Fadime Nine bastonunu ekrana sertçe birkaç kez vurdu. Ekran çatladı ve kabin bir anda güvenlik kilidine benzer bir ses verdi: tık. Dışarıdaki büyük ekranlar siyah oldu; Yayın panosundaki LED’ler kırmızıdan beyaza döndü, “Beyaz kod! Beyaz kod!” uyarısı sesli ve yazılı olarak belirdi. Rona kabin kapağını açmaya çalıştı, ama kabin otomatik izolasyon moduna geçmişti. Bu arada Asım ve dışarda bekleyen ambulans ve ATT ekibi Arif Dede ile uğraşıyorlardı.
Rona teknik ekipten destek istedi. Sonra Asım’a yardım etmek için Arif Dede’nin bilgisayar verilerine baktı hızlıca.
Rona’nın bilgisayarındaki tek tuşa dokunmasıyla, Arif Dede ile ilgili sağlık verileri belirdi. Veriler otomasyon vasıtasıyla sisteme çoktan aktarılmıştı.
[LOG]
- Zaman: 2030-08-31 08:42:11
- Kayıt ID: HZ-20250831-0001
- Olay Türü: Klinik — İlk muayene
- Sorumlu: Dr. Rona Cengiz
- Kısa Başlık: Arif Merdan — ön değerlendirme
- Detay: Hasta Arif Merdan (68) kabine alındı. Şikâyet: “Bülüğüm ötmüyor / düdük sesi zayıfladı.” Vital: TA 140/85, Nabız 92/dk, SpO2 %94, bilinç açık. Hastanın cebinde eczacıdan alınmış ED ilaç kutusu tespit edildi.
- Eylem/İzlem: İlacın kullanımı şüpheli bulundu. İzlem başlatıldı; kardiyak monitörizasyon istendi. Acil durum için hazırlık yapıldı.
- İmza/Onay: Doç. Dr. Rona Cengiz, Dr. Asım K. Vâsıf
Sonra kapının açılması ile sedyeye alınan Fadime Nine ile Asım ilgilenmeye başladı. Rona bu kez Fadime Nine için bilgisayarı sorguladı.
Ekranın çatlamasıyla birlikte monitör köşesinde hızlıca parlak bir yazı belirdi: BEYAZ KOD: GÜVENLİK İNİSİYATİFİ — İZOLASYON BAŞLATILIYOR. Dr. Y@Z’ın sakin sesi yerine kısa, kesik uyarılar duyuldu: “Sistem acil modda. Kabin devre dışı-beyaz kod.”
Arif’in yüzü soldu; birden kalbi hızlandı, nefes alışı değişti. Dr. Asım hemen stetoskopunu ile kalbini dinledi; “Nabız 160, düzensiz. Oksijen maskesini verin. IV yolu açın!”
Arif (hafif panikle): “Evladım, şu düdük… daha yeni çalacaktım!”
Bekleyen ambulansa taşınan Arif Dede hızla başkente doğru yola çıktı. Dışardaki kalabalık şaşkın, kısa bir süre donakaldıktan sonra, muayene olmaktan vazgeçip sessizce dağıldı.
Bu arada Asım, Fadime Nine için acil ikinci bir ambulans istedi merkezden. Tecrübeli sağlık memuru Lokman, kortizon-antihistaminik karışımını hazırlamıştı bile. Asım hızla Fadime Nineye iğneyi yaptı. Fadime Nine yaptıklarından mahcup sakinleşmişti. Sedatif yapmaya gerek duymadı Asım. Bu arada Rona tekrar Fadime Nine için bilgisayara baktı.
[LOG]
- Zaman: 2030-08-31 08:52:37
- Kayıt ID: HZ-20250831-0002
- Olay Türü: Teknik / Güvenlik
- Sorumlu: Dr. Rona Cengiz
- Kısa Başlık: Kabin ekranında çatlak / görüntü bozulması
- Detay: Kabin içi monitör camında mekanik çatlak belirlendi; görüntü mozaiklenmesi başladı. Sistem otomatik hata algıladı.
- Eylem/İzlem: Rona Cengiz cihazdan uzaklaştı; “BEYAZ KOD” prosedürü başlatılması talimatı verdi; veri koruma/izolasyon modu tetiklendi. Teknik ekip çağrıldı.
- İmza/Onay: Doç. Dr. Rona Cengiz ve Dr. Asım K. Vâsıf
Akşam çökerken kasaba hâlâ olayları konuşuyordu: “Beyaz kod neydi?”, “Ekran neden kırıldı?” Arif Dede nasıl?” “Fadime Nine?” gibi sorular evlere taşındı.
Dr. YAZ’ın ilk günkü zaferi, ikinci gün tam bir yenilgiye dönüşmüştü. Rona ve Asım’ın ağzını bıçak açmıyordu, akşamüstü yemek yerken. Sonra Rona; “Makinanın onarımı bir hafta sürebilirmiş. Ne yapmayı düşünüyorsun Asım?”
“Beni bekleyen bir şey yok şehirde. Kalabilirim. Hem bir sorumlunun kasabada kalması iyi olur.”
“Ben dönmek istiyorum. Çocuklar, işim, eşim…”
“Haklısın. Haberleşelim sık sık.”
…
Gece bozkıra tüm yoksunluğu ve zenginliği ile çökmüştü. Asım, devinimsiz, sessiz ama yıldızların yere yakın ve içinde kaybolur gibi insanı sarmaladığı gökyüzünde çaresiz hissetti kendini. Bir kar küresine hapsolmuş kadar tutsak, bir o kadar da mucizevi güzeldi gökyüzü. Bu ağırlığı ve dokunulmazlığın Latte de farkındaydı sanki. Uzun zamandır içmediği bir kadeh şarabı özledi. Sonra şarap gibi ruhunu rahatlatan Hayyam’ın o muhteşem rubailerinden birini anımsadı;
“Çayda akan su gibi, çölde esen yel gibi
İşte bir günü daha kayboldu ömrümün.
Ben ben oldukça iki günün gamını bir çekmem.
Biri geçip giden gün biri gelecek gün.”
- BÖLÜM
Kasabanın üstüne ölü toprağı serilmişti sanki. Kasabalı, Arif ve Fadime için endişeli, üzgün ama sessizdi. Kasaba bu devinimsiz hüzne alışıktı. Teknik ekip, Rona ile birlikte Dr. YAZ’ın kabin dışındaki tüm ekipmanlarını söküp akşam üstü kasabadan ayrıldılar. Otel eskisi gibi boştu yine. Kasaba bomboştu, umutlar, yürekler, düşler uzaktı… Asım kalmak için onay almıştı bakanlıktan. Lokman’ın hazırladığı kahveyi, sağlık merkezinin önünde içerken, boş kabinin içi ve çevresinde saklambaç oynayan çocukları izledi. Çocuklar hüzün nedir bilmiyorlar mıydı? Oyunda saklı neşe sağaltıyordu belki onları. Annelerin “son çağrısı” ile sokak birden boşaldı. Kasaba eskisi gibi yalnız ve iç sıkıcıydı.
…
Bakanlıkta gecenin geç saatlerine rağmen toplantı salonundaki yoğun konuşmalar ve koşuşturma devam ediyordu. Rona’da kasabadan döner dönmez toplantıya iştirak etmişti. Toplantıya bakanlık baş müsteşarı başkanlık yapıyordu. Telefonla Şehir hastanesi başhekimliğinde Arif ve Fadime’nin sağlık durumu ile ilgili anlık bilgiler alınıyordu. Fadime Nine’nin durumu iyiye gidiyordu. Arif’in ise durumu kritikti. Anjiografi, balon anjioplastiye karşın kalp kasındaki hasar büyüktü. Tüm destek tedaviye rağmen iyi yanıtlar alınamıyordu. Yoğun bakım ünitesinde yaşam ile ölümün sınırında, Azrail’in son çağrısını, son düdük sesini bekliyordu.
“Ben istifa etmeyi düşünüyorum Emin.”
Emin, Rona’nın elini tuttu; “Bu kadar çabuk teslim olma. Bu proje gelecek! Bu kadar çabuk vazgeçemeyiz.”
“Bir insanın hayatından daha mı önemli?”
“…”
Emin, bu sıkıntılı durumun, “insana ait” gerekçelerini Rona’ya sıralayabilirdi. Ancak Rona hepsini zaten biliyordu. Sustu. Rona’yı vicdanı ile aklının savaşında yalnız bıraktı. Asım burada olsa ne derdi? “Bir fikir, o fikrin temsil ettiği nesne ile sıkı sıkıya bağlıdır” mı diye ruh ve yaşam bağlantısını öne mi çıkarırdı. Ya da “insanlar doğayı ne kadar az biliyorsa, sayısız hayali fikri de o kadar kolay oluşturabilir mi “derdi Spinoza’dan alıntılayarak. Rona elini Emin’in elinden çekti, salonun karanlık bir noktasından şehrin derinliğinde yüzen ışık denizine bakıp, gecenin içinde kayboldu. Gerçek neydi? Ne yapmalıydı? Bilmiyordu…
…
Basın, olayın duyulmasıyla birlikte öğleden sonra başlayıp geceye kadar süren olayların gelişmesini takip ederken, hastanenin ve bakanlığın önünde nöbet tutuyordu. “Pilot Projede İlk Ölümcül Hata” manşetleri ekranlara düşmüştü. Haber spikerleri aynı cümleleri tekrar edip duruyordu: “Sorumluluk kimde? Dr. Y@Z güvenilir mi?” Arif Dede ve Fadime Ninenin normal şartlarda önemsiz görünüp, basına asla yansımayacak sağlık durumunda yaşadığı sorun, olaylar, domino taşı etkisi oluşturarak kamuoyunda büyük infial oluşturmuştu. Sağlık durumundan çok “makine -insan” ikilemi ve bakanlık uygulamaları sorgulanıyordu.
Dr. Hasan’ın öncülüğünde hekim sendikası, bu durumu hekimlerin sorunlarını duyurmak ve haklarını korumak için bir fırsat olarak görüyorlardı. Hekim sendikaları sokaklara dökülmüştü. Beyaz önlükler, pankartlar; “İNSAN CANI HİÇBİR KODA SIĞMAZ”, “HEKİM İNSANDIR, İNSAN KALMALIDIR” dövizleri ile hekimler caddeleri doldurmuştu. Bakanlığa yapılan “BEYAZ YÜRÜYÜŞ”, hastane önündeki konuşmalar; televizyonda canlı yayındaydı.
Dr. Hasan Can Pars kürsüde kafasını sallayarak konuştu: “Biz sağlığı piyasa ekonomisine teslim etmeyeceğiz! Aile hekimliği, empati ve insan dokunuşudur. Bir makine bunu sağlayamaz; sağlıyorsa da bunun bedelini yaşamlar öder.”
Bir gazeteci mikrofonu uzattı: “Peki alternatifiniz ne, çözüm öneriniz var mı?”
Hasan sertti: “Acil hizmet insan odaklı olmalı; teknolojik çözümler hekimlerin denetiminde, asla insanın yerine geçemeyecek şekilde insan öncüllüğünde tasarlanmalıdır.”
Aynı zaman, hukuk çevreleri de konuşmalara müdahil olmuştu. “Hukuki alt yapısı olmayan” yapay zekâ uygulamaları “peki o zaman sorumluluk kimde “bağlamında tartışmalara açılmıştı. Televizyonlarda hekim, hukukçu, felsefeci, politikacı birçok çevreden konuklar, sorunları değişik yönleri ile sorguluyorlardı. Sosyal medyada #DrYAZHesapVerecek hızla trend oldu; köy kahvelerinde bile tartışılıyordu.
…
Akşamüstü, Asım, Latte ile Acı Göl’ün kenarında yürüyüşe çıkmıştı. Alacakaranlık çökmek üzereydi. Aslında çok yürümemişlerdi ama kendini yorgun hissetti. Yaşanan günün yoğunluğunun bir sonucuydu. Göl kenarındaki bir çınar ağacının dibine çöktü. Güneş batarken, göl ve kayaların oluşturduğu renk cümbüşü ile doğa büyüleyici resimler oluşturuyordu. Yanına eşeği ile gelen yaşlı köylünün farkına varmamıştı. Hatta Latte bile yabancıya havlamamış, oturduğu yerde, sanki hiç kimse yokmuş gibi kayıtsız kalmıştı.
“Selam olsun erenler, sen buralarda yenisin galiba?” (3)
Asım, yaşlı adama baktı. Kasaba halkından birine benzetemedi.
“Sen de galiba?” diye gülümseyerek adamı yanıtladı.
“Bir asırlık bu çınar kadar eski, bu yanındaki küçük bebek kadar yeni. Ne sayarsan.”
“Asım. Adını bahşeder misin?”
“Bazen Nasrettin…”
“Bazen?”
“Yunus, Bektaş, Celalettin, Abdal… Kimlere sayarsan.”
Düş ile gerçek arası bir andı. Soruyla yanıt ya da kusur ile erdem.
Asım yaşlı adama sorar gözlerle baktı. Aradığı yanıtı bekler gibi.
"Her ne arıyorsan, o sensin."(4)
Ne arıyordu? Başını kaldırıp konuğunu aradı. Yaşlı adam ve eşeği de ortalarda yoktu, belki de hiç var olmamıştı.
“Besbelli, konuk olan benim dünyada…”
…
Bakanlıkta gece yarısı ağızları bıçak açmıyordu. Gelen telefon, gecenin içinde sessizliği bir çan sesi gibi böldü; “Arif Merdan, yapılan tüm müdahalelere rağmen kurtarılamadı.”
İlk tepkiyi Rona verdi. Gözyaşları içinde, hiç düşünmeden istifa dilekçesini yazdı.
Dr. Emin; “Bu kadar acele etmeyin Rona Hanım. Siz bu projenin uygulama sorumlusunuz. Öyle duygusal tepki ile istifa edip, çekip gidemezsiniz.”
Rona; “İsterseniz basın ve televizyon kameraları önünde, ‘yeterli hazırlıkları yapmadan projeyi sahada uygulamaya başladık’ diye açıklama yaparak istifamı açıklarım.”
Müsteşar Kemal Bey; “Sakin olalım lütfen. Ani kararlar, kişisel çatışmalar ve duygusallık devlet ciddiyeti ile bağdaşmaz. Rona Hanım, istifanızı kabul etmiyorum. Hatırlatırım ki devlet memurusunuz. Hem de sorumlu bir mevkide. Emin Bey ve siz basın ile televizyon önüne çıkıp, olaydan duyduğunuz üzüntülerimizi paylaşın. Bu elim olayda insan faktörünün ana sorumlu olduğunun altını çizin. Eczaneden reçetesiz alınan bir ilacın bilinçsizce kullanılması var. Üstelik makinenin bunu çok kısa bir sürede fark ettiğini, hastamızı kurtarmak için elimizden geleni yaptığımızı halka anlatın. “
Rona kızgınlıkla söze karıştı; “Ya düdük?”
Emin, yüzünde oluşan müstehzi gülümsemeyi saklayamayarak; “Eeee, o büllük kadar küçük bir yanlış anlaşılma…”
Rona öfkeyle; “Ölüme gidişi hızlandıran büyüklükte!” diye haykırdı.
Kemal Bey; “Karşılıklı tartışmaya bırakalım lütfen. Ben sizlere devlet ciddiyetinden söz ediyorum, siz birbirinize büllük, düdük diye söz yetiştiriyorsunuz. “Kimsenin konuşmasına fırsat vermeden müsteşar konuşmasına devam etti; “Elbette bu elim olay, projedeki eksikleri bize gösterdi. Bu nedenle projeyi geliştirilmek üzere bir süre askıya alacağız. Ancak bakan bey ile görüştüm, asla projeden vazgeçmek gibi bir niyetleri yok. Bu yeni yüzyılda hükûmetimizin en büyük vizyonlarından biri diye birkaç kez konuşmasında vurgu yaptı. Olayların yatışmasını bekleyeceğiz. Makine yazılımlarını ve olayı soruşturduğumuzu, bunun için bir kurul oluşturduğumuzu, bilimsel sonuçlar ortaya çıkana kadar uygulamanın askıya alındığını konuşmanızda duyuralım.”
Bu kez tekrar çalan telefon konuşmayı yarıda kesti, ortam endişeyle, tekrar “yeni bir felaket mi?” diyerek sessizliğe gömüldü.
“Hatta Hayatözü’nden arayan Dr. Asım Bey var müsteşarım, sizinle konuşmak istiyor.”
“Konuşmayı lütfen diyafona aktarın sekreter hanım. Asım Bey hepimiz sizi dinliyoruz.”
Asım; “Arif Dede’nin ölüm haberini duydum. Çok üzüldüm. Tüm kasabada olayı televizyonlardan öğrenmiş. Kendini bilmez birkaç genç, tepkiyle makine kırıcıları gibi Dr.YAZ kabinini kırıp yakmış. Efendim, izniniz olursa, burada kalıp, aile sağlık merkezinde hasta bakmak istiyorum.”
Müsteşar Kemal Bey; “Saldırı için üzüldüm. Emin Bey, konuşmanızda bu saldırı olayını da kınayın. Ayrıca Asım Bey, yaptığınız fedakârlık takdire şayan. Bunu da halkımıza duyuralım Emin Bey. Hem tepkileri azaltmakta yararlı da olur.”
Bakanlıkla konuşması bittikten sonra Asım, karavanın önünde yaktığı ateşin başında çayını yudumlarken, çıkan kıvılcımlar gibi yüreği kıpır kıpırdı. İlk gençlik yıllarının heyecanı içinde, yıllar önce mecburi hizmet kurası ile tayin olduğu küçük kasabayı, ilk görev yerini anımsadı. Her yer boz bulanık ve taş-toprak dağlar arasında küçük bir kasabaydı. İlk aylar boyunca, burada hiç mi çiçek açmaz, ağaç yetişmez diye düşünmüştü defalarca. Yaşayanları incitmemek için bunu hastalarına hiç soramamıştı. Madentepe, büyük bir krom madeni sahasında kurulmuş yoksul bir kasabaydı. Halkın dilinde ise buranın adı Kulaman olarak anılıyordu; “Köle diyarı”. Kasabada hayat herkes için çok zordu. Acı, ölüm ve yoksulluk her yerdeydi. Asım o yılları yine de büyük bir sevgi ile anımsıyordu. Belki de hayatının en anlamlı ve mutlu, kendini en özgür hissettiği yıllarıydı. Felsefe okumaya da o günlerde başlamıştı. Dağ başında ne yapacaktı ki. Ölüm ve yaşamın kıyısında Spinoza’nın dediği gibi;
"Özgür insan en az ölümü düşünür, onun bilgeliği ölüm üzerine değil yaşam üzerine tefekkürdür."
- BÖLÜM
Arif Dede’nin cenazesi büyük bir protesto mitingine dönüşmüştü. Hekim sendikaları, Tabip Odası ve Baro gibi sivil toplum kuruluşlarının geniş katılımı vardı. Sanki ülkedeki tüm hoşnutsuz insanlar, insanı yok sayan hükümet ve oligarşiye karşı birleşmişti. “Basit bir köylünün ölümü”, düzenin çarkına sokulan çomak gibi durdurmuştu her şeyi. Uluslararası alandan da destekleyen kuruluşların temsilcileri cenazeye katılmıştı. Konvoyun başında ise Fadime Nine, Arif Dede’nin düdüğünü öttürerek yürüyordu. Bu eyleme yürüyüş kortejindeki herkes düdükleri ile eşlik ediyorlardı. Düdük, her şeye karşı çıkmanın simgesi haline gelmişti. Bir zamanlar yok edilmeye çalışılan bir park, ya da kesilmeye çalışılan ağaçlar karşısında toplumsal muhalefetin ayrımsız, örgütsüz, kendiliğinden birleşmesi gibi. Sosyal medyada ise fırtınalar kopuyordu. Çığ gibi büyüyen tepkiler karşı hükümet, erişim engelleme, DNS zehirleme, VPN engelleme, filtreler koyarak elinden geleni yapıyordu. Ancak taptıkları teknoloji en büyük düşmanları olmuştu.
Asım, sabahın erken saatlerinde sağlık merkezine geldi. Lokman’a bir hekim olarak kasabaya hizmet etmeye hazır olduğunu söyledi. Kasabadaki yetkili kurumları arayıp, halka bu hizmetin duyurulması için gerekenleri yapmasını ondan rica etti. Asım içindeki heyecan, Lokman’ı da sarmıştı. İyilik bulaşıcıydı. Bütün kasabaya çağrı kısa zamanda ulaştı. İyilik kasabaya sarıp sarmaladı, karşılık bulup çoğaldı. İnsanlar birbirlerini anlamaya başlamışlardı. Artık hayal kurabilirlerdi. Daha da ötesi Spinoza’nın dediği gibi;
“Tanımak, anlamak, harekete geçmek gerekir. Dünya hayal kurmak için değil, başka bir şekle dönüştürmek içindir.”
…
Bakanlar kurulu, geçen birkaç gün içinde acilen toplandı. Toplantıdan çıkan kararlar arasında ilk kurban Prof. Dr. Emin Selçuk oldu, görevden alındı. Tepkileri yumuşatmak için Dr. Y@Z için kurulan komisyon halka duyuruldu. Sendikalar, hukukçular, hekimler ve teknoloji uzmanları komisyon toplantılarına davet edildi. Doç. Dr. Rona Cengiz, istemese bile komisyon başkanlığını kabul etti. Yavaş yavaş bir toplumsal uzlaşma, tepkilerde azalma ve ortamda sakinleşme sanki oluşmak üzereydi.
Ve o cuma öğleden sonra, tüm ekranda Bruno göründü.
Bruno tek bir fotoğrafla belirdi: kapüşonlu, yüzü gölgede; arka planda bir orman resmi vardı, önünde ise dev ekranlardan birinin kesik görüntüsü. Fotoğrafın altındaki manifesto sert ve ciddiydi:
"Kör hata, aç gözlü bir dönem, aksi şans,
Sağır hasetlik, kepaze çılgınlık, kıskanç eşitsizlik
Kaba bir kalp, bozuk ruh, çılgın cesaret,
Temiz bir havayı benden gizlemeye yeterli olmayacak,
Gözlerimin önünde bir örtü olmayacak (5)
"Doğallaştırma! İnsanın metalaştırılmasını reddediyoruz. 24 saat: her şebeke için ölüm, her insan için özgürlük."
Deus sive Natura (6) grubunun hack'i hızlı ve acımasızdı. İlk saniyede Sağlık Bakanlığının tüm sunucuları suskun kaldı; randevular iptal edildi, hastane kayıtları açılmadı, telefon hatları meşgule düştü. Ekranlar kararırken, bir yandan da Bruno'nun video mesajı yayıldı: "Sistem diyor ki gelin verin bilgilerinizi biz çözeceğiz. Biz diyoruz ki hayatlarımız satılık değil. Bugün her şey duracak; Konuşun, Dokunun, Dinleyin, Sevin "
Sağlık sistemi, Bruno tarafından çökertilmiş, elektronik bilgi sistemlerin çalışmayışı, insanların içindeki yaratıcı zekâ ve azmi tekrar uyandırmış, kaybettiklerini zannettikleri yeteneklerin yalnızca derinlere bir yere gömüldüğünü fark etmelerine yol açmıştı. Kâğıt, kalem, kitaplar yavaş yavaş ortaya çıktı. Hekimler unutmaya yüz tuttukları muayene usullerine geri döndüler. Kaos ilkel ama insani bir düzenin doğmasına neden oldu. Kısa bir bocalamadan sonra, hekimlerin ve sağlık emekçilerinin fedakâr çalışmaları “Siyah Kodu” yendi. (7)
7. BÖLÜM
Bruno’nun eylemi, büyük bir infiale yol açtı. İktidar, güvenlik ve teknolojik alt yapısının alt üst olmasından şikâyet ederken, muhalif unsurlar Bruno’ya bir çeşit kahraman gözüyle baktı: "Kral Çıplak!" sloganı her yerde çoğaldı.
Halkın bir kısmı ise panikle hastanelere akın etti. Sosyal medya bir süreliğine muazzam bir sessizliğe boğuldu, çünkü herkes telefonunu açtığında hat- bağlantı yoktu. İnsanlar iletişimsizliği bir tür ölüm sandılar.
Oysa hiçbir şey olmadı.
Ertesi gün, sistem geri geldi. Bruno ortada yoktu; geriye akıllarda bıraktığı büyük etkisi kaldı.
…
Asım, olan bitenle haberdar olsa bile ilgisiz, kasabada, gençlik yıllarında olduğu gibi hastalara yardım etmeye çalışıyordu. Huzur ve mutluluk içindeydi. Akşamüstleri ise Latte ile Acı Göl çevresinde uzun yürüyüşlere çıkıyordu.
Gün ortasında, hasta yoğunluğu arasında sağlık merkezinin telefonu uzun uzun çaldı. Arayan Müsteşar Kemal Beydi. Bruno’nun eylemi sonrası oluşan kaosu durdurmanın ve bir şeyleri yoluna koymanın en doğru yolu, komisyonun etkili ve somut çözümler üreterek, ivedilikle sonuçlara ulaşmasıyla mümkündü. Kemal Beye göre Asım, bu süreçte kritik ve tarihsel bir role sahip olabilirdi. Hayatözü’nde krizden sonra yaptıkları ile bir efsaneye dönüşmüştü. Bu görevi reddetmek lüksüne de sahip değildi.
Kemal’in art arda nefes almaksızın sıraladığı gerekçeleri, Asım olgunlukla dinledi.
Sonra, bu görevi kabul edebilmesi için komisyonda çıkan kararlara hükümetin asla müdahil olmayacağı sözünü istedi. Süreç sonunda ise kendi için küçük bir talebi olacaktı.
“Elbette Asım Bey. Tüm talepleriniz karışılacak, bana güvenebilirsiniz.”
…
Asım’ın başkanlığında komisyon verimli ve hızlı sonuçlara ulaşmaya başlamıştı bile. Kamuoyu ve sosyal medya tepkileri de çok olumluydu. Canlı yayınlanan komisyon toplantılarından dışarıya aktarılanlar umut vericiydi;
“Sağlık başta olmak üzere kamu hizmetlerinde yapay zekâ (YZ) kullanımını insan hakları, mesleki özerklik, veri sahibi mahremiyeti ve sosyal adalet ilkeleriyle uyumlu olarak düzenlemek; teknolojiyi insanın hizmetine koymak, işgücü haklarını korumak; veri mülkiyeti ve şeffaflığı garanti altına almak önceliğimizdir.”
“Bunun oluşturulma süreci; tüm paydaşların katıldığı bağımsız bir komisyonun hazırladığı yasa taslağı ile birlikte, yerelde işletilecek insan‑ile‑beraber (human‑in‑the‑loop) hizmet modeli; veri kooperatifleri ve kamu denetimli altyapı, zorunlu bağımsız denetim ve sertifikasyon mekanizmaları oluşturmaktan geçmektedir.”
“Hedefimiz, teknolojinin faydalarını korurken toplumun, çalışanların zararlarını minimuma indirmek, sağlık hizmetinde mesleki rolü korumak, veri sömürüsünü engellemek ve acil durumlarda güvenli insan müdahalesini garanti altına almaktır. Bunun için çatı yasa altında şeffaf biçimde yönetmelik, mevzuat çalışmaları ivedilikle oluşturulmalıdır.”
Oluşan büyük kriz, sivil toplum örgütlerinin el ele vermesiyle, yangın yerinin küllerinden kor, makinalardan önce insan, oligarşinin reddi zemininde demokrasi, kapalı kapıların arkasında dönen pazarlıklardansa şeffaflığa geçiş ile tüm toplumda umudu büyütüyordu. Elbette endişe ve korku yok olmamıştı. Asım’da bunu biliyordu.
Spinoza’nın söylediklerini anımsadı; "Ne umut korkudan vazgeçebilir ne de korku umuttan."
…
Süreç yoluna girdikten, ortalık yatıştıktan sonra, Asım, görevini Rona’ya devretmişti. Bu devir teslim töreninden sonra, Müsteşar Kemal Beyin odasına, baş başa kahve içmeye geçtiler.
“Asım Bey, sizi “Strateji Geliştirme Bölümü Başkanı” olarak görmek isteriz.”
“Teşekkür ederim Kemal Bey, benim sizden başka bir dileğim var. Yerine getireceğinize söz vermiştiniz anımsıyor musunuz?”
“Bakın emeklilik falan gibi şeyleri düşünmeyin. Bu ülkenin size çok ihtiyacı var.”
“Emekliliği düşünmüyorum…”
Merak içinde Kemal Beyin nutku tutulmuş, Asım Beyi gözlerinin içine bakıyordu.
“Kemal Bey sizden isteğim;
Hayatözü’ne hekim olarak tayin olmak!”
Notlar:
(1) Bu öykü, ülkemize benzeyen bir yerde, gelecek zamanda geçen, tümüyle kurmaca bir anlatıdır. İsim, olay ya da uygulamalardaki benzerlikler yalnızca rastlantısaldır.
(2) Bu öykü, Ahmet Müfid ve Yapay Zekâ tarafından ortaklaşa yazılmıştır. Öykü kurgusu ve insana ait cümleler, fikir vb. yaratılar Ahmet Müfid tarafından, Yapay Zeka’ya ait cümleler, fikir vb. yaratılar Ahmet Müfid’in yönlendirmesi ve tercihleriyle Open AI GPT-5 Mini tarafından oluşturulmuştur. Ayrıca yapay zekadan bir beta okur olarak yararlanılmıştır.
(3) Sezai Sarıoğlu
(4) Mevlâna Celalettin Rumi
(5) Giordano Bruno
(6) Deus sive Natura; Doğallaştırılmış Doğa ya da Tanrı ve Hayat , Spinoza.
(7) Siyah Kod, hastanede veya sağlık kurumlarında genellikle şiddetli tehdit, saldırı, tehlikeli durumlar veya güvenlik riskleri için kullanılan acil durum kodudur.